Batı Müziği
Keman
Batı Müziği
Keman
OK VE YAY
Evrende hiçbir şey tek değildir. Her bir duygunun derinliklerine inebilir; onun armoniklerini hissederek, nereden geldiğini bulabiliriz. Kültürel olguların, bir ışık gibi dağıldığını, değişimlere uğrayarak geliştiğini düşünürsek; yayı geren insanın, okuyla yayın barsak ipine vurmasıyla pentatonik müziğin oluşumunu sağladığını söyleyebiliriz (deneyebilirsiniz).
Daha sonraları Hindistan cevizi kabuğu, kabak gibi nesnelerin eklenmesiyle oluşan bugünkü kemanın; evrensel sanatın, evrensel bilimin, yani evrenselliğin özünde var olan dünya insanlığının kardeşliğinin, birliğinin oluşumunda etken olduğunu söyleyebiliriz. Pentatonik Müziğin Asya Türklerinden Çinlilere ve Japonlara geçmiş olduğu gibi.
Bir savaş ve avcılık silahı olan yayın ipi gibi, keman ve benzeri enstrümanların telleri de bağırsaktan yapılmıştır. Yayın yapımında akça ağaç (kelebek) kullanılır; aynı şekilde kemanın sap, yanlıklar ve alt tablası da akça ağaçtan yapılır. Kemanın yayı (arşesi), Moğol atlarının kuyruklarından alınan kıllarla yapılır. Arşe ağacı olarak; demir ağacı, gül ağacı, gök narı gibi türler kullanılır. Ses tablasında ise ladin veya köknar tercih edilir. Burgular, baş, eşik, tuşe, kuyruk, kuyruk düğmesi, abanoz ağacından yapılır. Köprüsü ise, kelebek ağacının pullu olanındandır. Bu yapılanma, kemanın evriminin tamamlaması sonucunda oluşmuştur.
Çin tarih kaynaklarında, Orta Asya ve özellikle Uygur müziğinin 5. ve 6. yüzyılda sistemli bir hale geldiğinden; on iki makamın temellerinin bu yüzyıllarda atıldığından bahsedilir. Tarihi kaynaklardan tespit edebildiğimiz kadarıyla Uygur müziğinin ve çalgılarının Çin kültürüne etkisi, Sui Hanedanı döneminden önce başlayıp, Tano, Han, Zhou Hanedanları ve Karahanlılar döneminde devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir.
Uygur Türklerinin yaşadıkları İdikut, Kaçgar, Hoten ve Kucar gibi şehirlerin İpek Yolu üzerinde bulunması, buradaki kültürün ve sanatın İpek Yolu aracılığı ile Hindistan, Roma, Anadolu, İran ve Arap topraklarına yayılmasını; sadece Uygur Türkleri’nin kullandığı yetmişten fazla çalgının (ki en az kırkı bugün kullanılmakta) dünyaya dağılmasına neden olmuştur. Arap Rebab’ı, Uygur Türklerinden geçmiştir; tıpkı Kaçgar Rebabı, Dolan Rebabı, Kumrul Rebabı, Caplima Rebabı, Bas Rebabı, Koyci Rebabı gibi. 4, 5 – 6, 15 – 19 telden oluşan çeşitleri vardır.
Avrupa uygarlığı oluşmadan önce at sırtında yaşayan Moğolların özgün çalgısı ‘at kafalı keman’dır ve bugün de çalınmaktadır. Hunlarda ise yaya keman, oku atana da kemankeş denir.
Avrupa
Ortaçağ, Milattan başlayarak, 15. yüzyıl başlarına dek süren geniş bir dönemi kapsar. Bu dönemin karanlık bir çağ olarak anılması; kilisenin egemenliğinde, duygusal zevklerden yoksun bırakılmış; araştırma, keşfetme, kendini ve çevresini tanıma özgürlüğü elinden alınmış insanın, yalnız ölümden sonrasına hazırlık yapması gereken kutsal bir ortama güdülenmiş olmasıdır. Ortaçağ, antik çağ ile rönesans arasına bin yıldan fazla bir süreç olarak girmiştir. Kilisede de en kutsal çalgı olarak, insan sesinin kullanılmasına izin verilmiştir.
Kilise dışı müziği canlandıran en önemli etkenlerden biri, Asya insanın batıya göçü ve Haçlı seferleri olmuştur. Gezgin şarkıcılar, Anadolu’dan ve Arap illerinden hem melodileri, hem de çalgıları kendi memleketlerine taşımışlardır.
12. yüzyıldan 13. yüzyıla doğru müziği ve sanatı filizlendiren merkezler, artık şato, kilise ve eğitim çevreleridir. Görsel sanatlarda derinlik ve perspektif olayının gündeme gelmesi, müzikte ve çalgılarda da benzer deneyleri etkiler.
Müziğe derinlik kazandıran iki ya da daha çok sayıda ezgi çizgisinin, organum yöntemiyle eş zamanlı olarak birleşmesi, müzik sanatının perspektif kazanmasında ilk adımdır. Çalgı ve insan sesinin aynı ezgiyi seslendirdiği heterophony de çok sesliliğe atılan bir adım olmuştur.
Çok sesliliğin (polyphony) gelişmesi, Ortaçağ’ı izleyen ve rönesansa uzanan ve gotik dönem olarak adlandırılan geç Ortaçağ süreci içinde üç aşamada gerçekleşir: Notre-Dame dönemi, eski sanat dönemi (Ars Antique), yeni sanat dönemi (Ars Nova).
Mimaride yüksek kuleli yapılar, özgün üsluplu katedralleri ve geniş meydanlarıyla anılan gotik evre, müziğe de ‘gotik müzik’ adını verirken; müzik aletleri de gelişmeye başlar (1140-1440). Kilise, bu yüzyıllar içinde ilk kez çok sesli müziği sınırlı da olsa kabul eder.
Kazak kopuzu gelişerek, ud, lavta vs. olur. Oğuz kemençesi gelişerek, Avrupa’ya yayılır. Ortaçağ’da İngiltere’de ‘fiddle’, Almanya’da ‘fiedel’, İtalya’da ‘lira da braci’, Fransa’da ‘viel’ adlarıyla kullanılan yaylı çalgılar, gelişerek orkestrada ilk olarak 1565’te St. Riggo ve Corteccia’nın eserlerinde yer alır. Sonraki yıllarda, orkestradaki görevlerinden dolayı 1. ve 2. keman olarak adlandırılmış; orkestradaki sayıları çoğaltılır. 16. ve 17. yüzyıllarda, keman yapım ustaları Nicolo Amati , Paolo Maggini , Giuseppe Guarneru , Antonio Stradivarius, kemana son şeklini verirler. Tabi ki, keman virtüözlerinin eleştirilerini de alarak.
Asıl biçimini korumakla birlikte, 19.yüzyılda kemanda gövde ve sap uzayıp, köprü yükselir. Arşe, son aşamada kavis alarak evrimini tamamlar. Fakat, elektronik kemanın ‘synthesizer’a doğru gittiğini unutmayın. İşte kemanın evrim yolu budur. Keman, viyola, viyolonsel, kontrbas olmak üzere bu dörtlü, tüm dünya insanlığının tutkularını içinde barındıran yaylı çalgılar ailesini meydana getirir.
Elimize aldığımız kemanın, yay ile oktan oluşarak, binlerce yıl geliştiğini; çok ciddi ve zevkli bir eğitimi olduğunu; insanın hissettiği duyguların en yüksek biçimde şekillendiğini bilmeliyiz.
Keman (viyolin) edebiyatında çok eser vardır. Somut teknikler ve soyut teknikler olmak üzere ikiye ayrılır. Somut teknikler, vücudumuzun kas sisteminin uyumu; soyut teknikler ise bu uyumdan oluşan tekniğin seslere yansımasıdır.
Potansiyel enerjiyi sağlayan solfej eğitimi, çok önemlidir. Dünya keman edebiyatını çalabilmek, yani kemanda kinetik enerjiyi oluşturmak için solfej eğitimi gereklidir. Yoksa, türkülerle, şarkılarla, kulaktan dolma müziklerle kemancı olunamaz.
Yaşamımızda geçen saatler hep aynı olduğuna göre, ciddi bir şekilde çalışma insanı çok iyi bir seviyeye getirebilir. Bir de şu unutulmamalıdır; çalınan müzik ne olursa olsun, kemanın tekniği hep aynıdır. ‘Batı usulü’ ya da ‘Türk usulü’ teknik yoktur; müzik vardır. Solfej, armoni, çalgı bilgisi ile potansiyel enerji oluşur; ardından kinetik enerjide kemancı var olur.
Eğitim mutlaka ciddi bir hocadan alınmalıdır. Hoca, virtüöz olmalıdır ve öğrencisiyle bire bir uğraşmalı, onu özenle yetiştirmeli, dünya insanlığına bir sanat elçisi olarak sunmalıdır. Evrenselliğe ancak böyle ulaşılabiliriz.
Batı Müziği
Keman
OK VE YAY
Evrende hiçbir şey tek değildir. Her bir duygunun derinliklerine inebilir; onun armoniklerini hissederek, nereden geldiğini bulabiliriz. Kültürel olguların, bir ışık gibi dağıldığını, değişimlere uğrayarak geliştiğini düşünürsek; yayı geren insanın, okuyla yayın barsak ipine vurmasıyla pentatonik müziğin oluşumunu sağladığını söyleyebiliriz (deneyebilirsiniz).
Daha sonraları Hindistan cevizi kabuğu, kabak gibi nesnelerin eklenmesiyle oluşan bugünkü kemanın; evrensel sanatın, evrensel bilimin, yani evrenselliğin özünde var olan dünya insanlığının kardeşliğinin, birliğinin oluşumunda etken olduğunu söyleyebiliriz. Pentatonik Müziğin Asya Türklerinden Çinlilere ve Japonlara geçmiş olduğu gibi.
Bir savaş ve avcılık silahı olan yayın ipi gibi, keman ve benzeri enstrümanların telleri de bağırsaktan yapılmıştır. Yayın yapımında akça ağaç (kelebek) kullanılır; aynı şekilde kemanın sap, yanlıklar ve alt tablası da akça ağaçtan yapılır. Kemanın yayı (arşesi), Moğol atlarının kuyruklarından alınan kıllarla yapılır. Arşe ağacı olarak; demir ağacı, gül ağacı, gök narı gibi türler kullanılır. Ses tablasında ise ladin veya köknar tercih edilir. Burgular, baş, eşik, tuşe, kuyruk, kuyruk düğmesi, abanoz ağacından yapılır. Köprüsü ise, kelebek ağacının pullu olanındandır. Bu yapılanma, kemanın evriminin tamamlaması sonucunda oluşmuştur.
Çin tarih kaynaklarında, Orta Asya ve özellikle Uygur müziğinin 5. ve 6. yüzyılda sistemli bir hale geldiğinden; on iki makamın temellerinin bu yüzyıllarda atıldığından bahsedilir. Tarihi kaynaklardan tespit edebildiğimiz kadarıyla Uygur müziğinin ve çalgılarının Çin kültürüne etkisi, Sui Hanedanı döneminden önce başlayıp, Tano, Han, Zhou Hanedanları ve Karahanlılar döneminde devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir.
Uygur Türklerinin yaşadıkları İdikut, Kaçgar, Hoten ve Kucar gibi şehirlerin İpek Yolu üzerinde bulunması, buradaki kültürün ve sanatın İpek Yolu aracılığı ile Hindistan, Roma, Anadolu, İran ve Arap topraklarına yayılmasını; sadece Uygur Türkleri’nin kullandığı yetmişten fazla çalgının (ki en az kırkı bugün kullanılmakta) dünyaya dağılmasına neden olmuştur. Arap Rebab’ı, Uygur Türklerinden geçmiştir; tıpkı Kaçgar Rebabı, Dolan Rebabı, Kumrul Rebabı, Caplima Rebabı, Bas Rebabı, Koyci Rebabı gibi. 4, 5 – 6, 15 – 19 telden oluşan çeşitleri vardır.
Avrupa uygarlığı oluşmadan önce at sırtında yaşayan Moğolların özgün çalgısı ‘at kafalı keman’dır ve bugün de çalınmaktadır. Hunlarda ise yaya keman, oku atana da kemankeş denir.
Avrupa
Ortaçağ, Milattan başlayarak, 15. yüzyıl başlarına dek süren geniş bir dönemi kapsar. Bu dönemin karanlık bir çağ olarak anılması; kilisenin egemenliğinde, duygusal zevklerden yoksun bırakılmış; araştırma, keşfetme, kendini ve çevresini tanıma özgürlüğü elinden alınmış insanın, yalnız ölümden sonrasına hazırlık yapması gereken kutsal bir ortama güdülenmiş olmasıdır. Ortaçağ, antik çağ ile rönesans arasına bin yıldan fazla bir süreç olarak girmiştir. Kilisede de en kutsal çalgı olarak, insan sesinin kullanılmasına izin verilmiştir.
Kilise dışı müziği canlandıran en önemli etkenlerden biri, Asya insanın batıya göçü ve Haçlı seferleri olmuştur. Gezgin şarkıcılar, Anadolu’dan ve Arap illerinden hem melodileri, hem de çalgıları kendi memleketlerine taşımışlardır.
12. yüzyıldan 13. yüzyıla doğru müziği ve sanatı filizlendiren merkezler, artık şato, kilise ve eğitim çevreleridir. Görsel sanatlarda derinlik ve perspektif olayının gündeme gelmesi, müzikte ve çalgılarda da benzer deneyleri etkiler.
Müziğe derinlik kazandıran iki ya da daha çok sayıda ezgi çizgisinin, organum yöntemiyle eş zamanlı olarak birleşmesi, müzik sanatının perspektif kazanmasında ilk adımdır. Çalgı ve insan sesinin aynı ezgiyi seslendirdiği heterophony de çok sesliliğe atılan bir adım olmuştur.
Çok sesliliğin (polyphony) gelişmesi, Ortaçağ’ı izleyen ve rönesansa uzanan ve gotik dönem olarak adlandırılan geç Ortaçağ süreci içinde üç aşamada gerçekleşir: Notre-Dame dönemi, eski sanat dönemi (Ars Antique), yeni sanat dönemi (Ars Nova).
Mimaride yüksek kuleli yapılar, özgün üsluplu katedralleri ve geniş meydanlarıyla anılan gotik evre, müziğe de ‘gotik müzik’ adını verirken; müzik aletleri de gelişmeye başlar (1140-1440). Kilise, bu yüzyıllar içinde ilk kez çok sesli müziği sınırlı da olsa kabul eder.
Kazak kopuzu gelişerek, ud, lavta vs. olur. Oğuz kemençesi gelişerek, Avrupa’ya yayılır. Ortaçağ’da İngiltere’de ‘fiddle’, Almanya’da ‘fiedel’, İtalya’da ‘lira da braci’, Fransa’da ‘viel’ adlarıyla kullanılan yaylı çalgılar, gelişerek orkestrada ilk olarak 1565’te St. Riggo ve Corteccia’nın eserlerinde yer alır. Sonraki yıllarda, orkestradaki görevlerinden dolayı 1. ve 2. keman olarak adlandırılmış; orkestradaki sayıları çoğaltılır. 16. ve 17. yüzyıllarda, keman yapım ustaları Nicolo Amati , Paolo Maggini , Giuseppe Guarneru , Antonio Stradivarius, kemana son şeklini verirler. Tabi ki, keman virtüözlerinin eleştirilerini de alarak.
Asıl biçimini korumakla birlikte, 19.yüzyılda kemanda gövde ve sap uzayıp, köprü yükselir. Arşe, son aşamada kavis alarak evrimini tamamlar. Fakat, elektronik kemanın ‘synthesizer’a doğru gittiğini unutmayın. İşte kemanın evrim yolu budur. Keman, viyola, viyolonsel, kontrbas olmak üzere bu dörtlü, tüm dünya insanlığının tutkularını içinde barındıran yaylı çalgılar ailesini meydana getirir.
Elimize aldığımız kemanın, yay ile oktan oluşarak, binlerce yıl geliştiğini; çok ciddi ve zevkli bir eğitimi olduğunu; insanın hissettiği duyguların en yüksek biçimde şekillendiğini bilmeliyiz.
Keman (viyolin) edebiyatında çok eser vardır. Somut teknikler ve soyut teknikler olmak üzere ikiye ayrılır. Somut teknikler, vücudumuzun kas sisteminin uyumu; soyut teknikler ise bu uyumdan oluşan tekniğin seslere yansımasıdır.
Potansiyel enerjiyi sağlayan solfej eğitimi, çok önemlidir. Dünya keman edebiyatını çalabilmek, yani kemanda kinetik enerjiyi oluşturmak için solfej eğitimi gereklidir. Yoksa, türkülerle, şarkılarla, kulaktan dolma müziklerle kemancı olunamaz.
Yaşamımızda geçen saatler hep aynı olduğuna göre, ciddi bir şekilde çalışma insanı çok iyi bir seviyeye getirebilir. Bir de şu unutulmamalıdır; çalınan müzik ne olursa olsun, kemanın tekniği hep aynıdır. ‘Batı usulü’ ya da ‘Türk usulü’ teknik yoktur; müzik vardır. Solfej, armoni, çalgı bilgisi ile potansiyel enerji oluşur; ardından kinetik enerjide kemancı var olur.
Eğitim mutlaka ciddi bir hocadan alınmalıdır. Hoca, virtüöz olmalıdır ve öğrencisiyle bire bir uğraşmalı, onu özenle yetiştirmeli, dünya insanlığına bir sanat elçisi olarak sunmalıdır. Evrenselliğe ancak böyle ulaşılabiliriz.